KARALAMA (1)
Yağmurlu bir akşamüzeri… Terkedilmiş bir aşığın cam kırıkları üzerinde çıplak ayaklarla yürüdükten sonra düz bir yolda bıraktığı kanlı ayak izleri. İzleri takip ederseniz gece yarısına doğru yüksek doz mutsuzluk almış terkedileni bulabilirsiniz. Yakasına taktığı beyaz çiçek boynunu çoktan bükmüş, dolunay yarısını kaybetmiştir. Ve ertesi gün… Tabiat renklerini kaybetmiş, gökyüzü ne kadar parlak olursa olsun griye dönmüştür artık terkedilmişe… Gülerken gökyüzüne bakan gözleri paralele odaklanır donuk bir biçimde. Artık gri gökyüzü ruhunu boğar da boğar. Kuşların cıvıltısı gürültüden başka bir şey değildir. Ya güneş? Güneş her zamanki görevini yaparken; sıcaklığı ve şefkatiyle sarıp sarmalarken dünyayı, terkedilmiş buz keser. Çünkü terk edeni onun güneşidir. Peki ya zaman? Zaman artık terkedilenin baş düşmanı olmuştur. Ne geçmek bilir, ne geriye döner… Kadehine damlayan ay ışığı ve kederli notalardan başka dayanağı kalmamıştır. Felaketin eşiğinde mutsuzluk sarhoşu terkedilmişimi